Turizm yazarı Halil Öncü Gökçeada’yı gezdi, gördü kaleme aldı.
Halil Öncü’nün Gökçeada izlenimleri;
Çanakkale ziyaretimde bu kez rotayı Türkiye’nin en büyük adası olan ve farklı kültür ve dinlerin buluştuğu Gökçeada’ya çevirdim. Deniz, kum ve kumsalları kadar her ne kadar yeni yapılaşmalar ile kaybolmaya yüz tutmuş olsa da eski Rum taş evleri ile dikkat çeken Gökçeada, gördüğümüz kadarıyla turizmde yeterli ilgiyi görmüyor. Adaya açılan Havaalanı ve beraberindeki asıl ulaşım olan deniz ulaşımının gelişmiş olmasına rağmen, Adada özellikle konaklama ve alternatif anlamda yapılacak etkinliklerin olmaması adayı sadece sessiz bir turizm anlayışına itmiş görünüyor. İki ay gibi kısa bir süre turizm yapılan Adada, rüzgâr nedeniyle sörf turizmi, muhteşem deniz dibi güzelliği ve balıkları ile dalış turizmi oldukça tercih ediliyor.
Gökçeada tarihi…
Yaptığımız araştırmalar göre; “Çorak topraklarda bereket” tanrısı olarak adlandırılan Imbrasos’un bolluk diyarı olarak bilinen İmroz, bugünkü adıyla Gökçeada, Homeros’un İlyada destanında deniz tanrısı Poseidon’un adası olarak geçiyor. Gökçeada’nın iskan tarihinin ne kadar eskiye gittiğine dair kesin bilgiler bulunmamaktadır. Adanın önceleri müstakil bir idare ile yönetilirken sonradan MÖ.500’lerde Atina şehir devletine, bir asır sonra da Delos birliğine katıldığı ifade edilir. Roma hakimiyeti sonrası Bizans idaresi altına girmiş, Latin istilası sırasında da Latinler’in eline geçmiştir. Bu hâkimiyetin sona erişiyle yeniden Bizans topraklarına katılan ada, giderek Venedik ve Cenevizliler’in dikkatini çekmeye başlamıştır. Ege ve Karadeniz’de ticari faaliyetleri artan bu devletler, stratejik önemi bulunan adayı hâkimiyetleri altına almaya çalışmışlardır. Ada, 1456 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlığı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. 471 yıl Osmanlı idaresinde kalan Gökçeada’da Türk ve Rum vatandaşlar huzur içerisinde yaşamışlar. Dinlerini, örf, adet ve geleneklerini sınırsız kullanmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde vakıf haline getirilen Gökçeada, Balkan Harbi sırasında İtalyanlar’ın, 1. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin, kısa bir süre de Yunanistan’ın egemenliğine geçmiştir. Lozan Antlaşması neticesinde 22 Eylül 1923’te Türkiye Cumhuriyeti topraklarına fiilen katılmıştır. Bu tarih Gökçeada’nın kurtuluşu olarak kutlanır.
Gökçeada’ya gitmek için iki yolunuz var!
Gökçeada’ya gitmek isterseniz iki yolunuz var. Birincisi Çanakkale Limanı’ndan ikincisi ise Gelibolu Yarımadası’nda bulunan Kabatepe Limanı’ndan. Çanakkale’den Eceabat’a yarım saatlik bir boğaz yolculuğundan sonra, Saroz körfezinde yer alan Kabatepe Limanına ulaşıyoruz. Yaklaşık 1.5 saatlik bir deniz yolculuğunun ardından Gökçeada Kuzulimanı’na ulaşıyoruz. Eski adı İmroz olan Gökçeada ilk bakışta bakir, çorak toprakları ile dikkat çekerken, Kuzulimanı’ndan aracımız ile adayı gezmeye başlıyoruz. Yolumuz boyunca en dikkatimi çeken detay küçükbaş hayvanların serbestçe dolaştığıydı.
9 köyü bulunuyor
Gökçeada, ilçe merkezi dahil Tepeköy,Kaleköy, Uğurlu, Eski Bademli, Yeni Bademli, Eşelek, Şirinköy Zeytinliköy, ve Dereköy’den oluşan toplam 9 köyden oluşuyor. Kaleköy, Tepeköy, Eski Bademli, Zeytinliköy ve Dereköy Rum köyleri olarak dikkat çekiyor. Türk ve Rum asıllı Türk vatandaşları kardeşçe burada hayatlarını sürdürüyor. Gökçeada ekonomisi, tarım, hayvancılık, balıkçılık ve turizme dayanıyor. Yaptığım araştırmalar göre de, Ada’da 156 adet kayıtlı pansiyon bulunurken, yaz aylarında bu rakam 200’ün üstüne çıkıyormuş. Genelde yaz aylarında sayısız otel ve restaurant faaliyete girdiğini de öğreniyoruz burada. Aydıncık, Gizli Liman, Yuvalı, Uğurlu, Pirgos, Lazkoyu, Kuzulimanı, Sualtı Milli Parkı’nın da içinde bulunduğu Yıldızkoy, Mavikoy, Yelkenkaya en önemli plajlar olarak öne çıkıyor. Güney sahilleri ipek gibi kum, kuzey sahilleri çakıllıdır. 30 km. uzunluğundaki Ada’nın 27 km.lik bölümünde denize girilebilir.
Gökçeada’da büyük oteller bulunmuyor
İlk durağımız Gökçeada Merkezi oluyor. Küçük bir çarşısı bulunan merkezden geçerek Dereköy ve Uğurlu bölgesine ulaşıyoruz. Dereköy’ün tarihi evleri görülmeye değer. Burası bir zamanlar Türkiye’nin en büyük köyü olma özelliğine sahipmiş. Bir hatırlatmada yapalım doğal kaynak suyu içmek isterseniz, mutlaka buraya yanaşıp bu sudan içiniz. Uğurlu Bölgesinden geçerek, sahilden Lazkoyu, Kapıkaya, Kokina sahil bandından, Aydıncık ve Eşelek Köyüne uğrayarak tekrar merkeze dönüyoruz. Yaklaşık 2 saate aracınız ile adayı çevresel olarak gezebilirsiniz. Gökçeada’da büyük oteller bulunmuyor. Daha çok pansiyonlar, oteller, moteller ve apartlar ile karşılaşıyoruz. Ancak bunların da çok gelişmiş olduğunu söyleyemeyeceğim. Adaya gelecek olan ve kalacak olan kişilerin bu konuda önceden çok iyi araştırmalar yapmasında fayda var diye düşünüyorum. Pansiyonculuk daha çok merkez Yeni Bademli ve Kaleköy’de bulunuyor.
İmbros Organik Butik Otel’de küçük bir mola
Gökçeada Merkez’den Bademli,Yeni Bademli ve Kaleköy’e doğru yola çıkıyoruz. Burada Adanın Turizm Bakanlığı onaylı özel konaklama tesislerinden birisi olan İmbros Organik Butik Hotel’e uğruyoruz. Seboteks Group’a bağlı olan İmbros Organik Butik Hotel’in sahibi Selahattin Kılıç ile küçük bir sohbet gerçekleştirip, ada turizmi adına görüşlerini alıyoruz.
“80 yılında adaya geldim. O yılda Adadan bir ev aldım. Sürekli adata gidip geldik. 93 yılından sonra da İstanbul’da asıl işimiz olan Tekstil nedeniyle de burada bir Tekstil mağazası açtım. Daha önce açık cezaevi kapanmasının ardından turizmle ilgili çalışmalara başladık. İl otelimiz 4 yıldızlı 60 odalı içinde aktivite alanları bulunan Kaleköy mevkisinde açtık. Bu otelimiz ile adayı genel anlamda tanıttık. Sonrasında da bu içinde bulunduğunuz İmbros Organik oteli açtık. Burası manzarası ile çok özel olan adanın balkonu olarak tabi edilen butik bir otel. Burasının müşterileri daimi müşterilerden oluşuyor. Burayı bilen, manzaramızı bilen genel anlamda kafa dinlemeye genleler bizleri tercih ediyor. Tesisimize daha çok yurt dışından adaya kafa dinlemeye gelenler daha çok tercih ediyor. Ada sevgimizden dolayı bu yatırımı yaptık. Yoksa sezon çok kısa. 2 ay gibi kısa bir sezon için bu değer mi derseniz maalesef bu yatırımcıyı kurtaracak gibi değil. Artık adada hem tatil yapan bir aile hem de oyalanacak bir işletme gözüyle bakıyoruz. Artık kar amacı taşımıyoruz. Bugün adaya yatırım yapmak ister misiniz diye sorasınız “Asla” cevabını veririm. 6 ay burada, 6 ay da İstanbul’dayız”
Açılan havaalanının adaya olan katkısını soruyoruz Selahattin Kılıç’a ve şu cevabı alıyoruz, “Havaalanının açıkçası bir katkısını göremedik..Burada oturanlar Havaalanını pek tercih etmiyor. Daha çok deniz tercih ediliyor. Uçağın olması tanıtım açısından tabii ki önemli. Bazı insanlarda olan Ada korkusu Havaalanı ile de aşılmış oluyor. Havaalanın ulaşımını duyan insanlar psikolojik olarak daha rahat ediyorlar. Bu arada Hava ambulansımız var.Bu da önemli”
Pansiyonculuk gelişiyor ama denetim şart
Adada lüx mekanlar olmadığını ifade eden Kılıç Ada pansiyonculuğunu geliştiğini fakat bunların daha çok denetlenmesi gerektiğin bize iletiyor. “ Adada maalesef çoğu pansiyoncularda ruhsat olmadığını görüyoruz. Yollara çıkıp 20 TL. ye oda satıyorlar. Ya da 3-4 kişiyi bir odaya koyuyorlar. Burada da bir kalite oluşmuyor. Bir ruhsat olmuş olsa, belediye denetimine girmiş olsa daha düzenli ve tertipli bir durum oluşur. Maalesef bu yok. Bunun örnekleri var. Alaçatı’da var, Bozcaada’da var. Hepsi ruhsatlı ve güzel hizmetler veriliyor. Bu konuda Gökçeada’da bir kaos var. Pansiyoncunun kaybedeceği bir şey yok. Evinin altını kiralıyor ya da oda oda bölüyor pansiyon yapıyor. Ama biz buraya ciddi bir yatırım yapıyoruz. Karşılığında bir gelir elde etmeniz lazım ki, yatırımın karşılığını alabilesiniz. Adada turizm olur. Neden olmasın ama? Çarpık bir gelişme var bu arada. Adada en çok merak edilenlerin başında, eski Rum evleri, taş binalar, dar sokaklar oluyor. Dönem dönem yerel yönetimdeki arkadaşlarla da bir araya geliyoruz ve bunları dile getiriyoruz. Diyoruz ki, getirdiğimiz turistin en çok merak ettiği taş binalar, taş evler diyoruz. En azından yeni yapılanmaları bu şekilde yapalım diyoruz. Maalesef Türkiye’nin her yerinde olan bu acı gerçek Gökçeada’da bulunuyor. Kimisi binayı pembeye boyamış, öbürü maviye boyamış, bir diğeri beyaza..Bu da hoş bir görünüm oluşturmuyor. Bu bakımdan turizm adada çok ağır gelişiyor. İleride ne olur bilemiyoruz. Adada organik çalışmaların iyi durumda olduğunu söyleyebilirim”
Zeytinliköy’de dibek kahvesi ve sakızlı muhallebi keyfi
Bademli Bölgesinden ayrılıyor ve soluğu Zeytinliköy’de alıyoruz. Ada’nın batısına yol alınca merkeze 3 km. uzaklıkta Zeytinliköy’e ulaşıyoruz. Önce eski bir Rum köyü olan Zeytinliköy’de Madam Evstratia’da yöresel ve geleneksel tatlar tatmak istiyoruz. Madama özel Cicirya siparişi veriyoruz. Cicirya, taze keçi sütünden yapılan saf peynirin nane, un ve zeytinyağıyla buluşması sonrası masamıza geliyor. Farklı bir tat. Ardından köyün içinde dibek kahvesi içmeye gidiyoruz. Burada bizi sokak içinde Panayot Usta karşılıyor. Bizle yakından ilgilenen Panayot usta ile dibek kahvesini dövüyoruz ve Halis Dibek kahvesini içip eşi Madam Amirsa’nin özel meşhur sakızlı muhallebisini yiyiyoruz. Panayot Usta 72 yaşında olduğunu söylerken, doğma büyüme adalı olduğunu bize iletiyor ve eskileri bizler ile paylaşıyor. Adalı olmaktan ve adada yaşamaktan çok mutlu olduğunu söyleyen Panayot usta herkesi Adaya beklediklerini söylüyor. Zeytinliköy gerçekten harika. Adayı dolaştığım ve etkilendiğim ve keyif aldığım anlardan bir tanesi. Tavsiyem buradan bir dibek kahvesi içmeden ve sakızlı muhallebi yemeden asla adadan ayrılmayın.
Sabah saatlerinde başlayan ve tam gün süren Gökçeada gezimiz güneşin yavaş yavaş batması ile son buluyor. Kuzulimanı’ndan başlayan ada gezimiz yine Kuzulimanı’nda bindiğimiz vapurun limandan ayrılması ile son buluyor. Ada vapuru ile dönerken güneşin batışını hayranlıkla izlerken, bir seyahatimiz daha son buluyor.